Boşanmada Savunma İçgüdüsü Kusur Sayılamaz

.

Boşanma davalarında kusur belirlemesi, yalnızca tarafların evlilik birliğini sürdürme noktasındaki çabalarını değil, aynı zamanda bu birliği zedeleyen davranışların niteliğini de detaylı bir hukuki inceleme gerektirir. Bu değerlendirme, evlilik birliğinin sona ermesine hangi davranışların yol açtığını tespit ederek hukukun adalet prensipleri çerçevesinde bir sonuca ulaşmayı amaçlar. Kusur, davanın en kritik unsurlarından biri olup, yalnızca boşanmanın gerçekleşip gerçekleşmeyeceği değil, aynı zamanda nafaka ve tazminat taleplerinin de temelini oluşturur.

 

Boşanma davasında kusurun belirlenmesi, yalnızca hukukihakların korunması açısından değil, aynı zamanda taraflar arasındaki dengeli bir sonuç tesis edilmesi açısından da büyük önem taşır. Mahkemeler, kusuru belirlerken sadece mevcut davranışları değil, bu davranışların evlilik birliğine olan etkilerini de değerlendirir. Örneğin, bir eşin ekonomik veya duygusal şiddet uygulaması gibi davranışlar, hem boşanma kararı üzerinde etkili olabilir hem de maddi ve manevi tazminat miktarını doğrudan şekillendirebilir. Bu nedenle, kusurun doğru şekilde sapta

 

Her ne kadar boşanma davasında kusur genel olarak evlilik birliğini sona erdiren davranışlar şeklinde tanımlansa da her somut olayın kendi dinamikleri çerçevesinde farklı şekilde yorumlanabileceği gerçeği, bu tanımın oldukça esnek bir yapıya sahip olduğunu gösterir. Yargı mercileri, kusur değerlendirmesinde genel geçer bir ölçüt yerine somut olayın özelli

 

Kusurun belirlenmesinde içtihatların rehberliği inkâr edilemez bir gerçekliktir. Yargıtay ve diğer yüksek yargı organları tarafından alınan kararlar, kusur değerlendirmelerinde genel bir yol haritası sunar. Ancak bu rehberlik, her somut olayın kendi iç dinamiklerine göre değerlendirilmesi gerektiği gerçeğini değiştirmez. Örneğin, bir olayda sadakatsizlik kusur olarak kabul edilebilirken, başka bir olayda aynı davranışın farklı koşullar altında değerlendirileceği unutulmamalıdır. İçtihatların bağlayıcılığı, somut olayın özel koşullarıyla harmanlanarak kullanılmalıdır.

 

Hangi davranışın boşanmada kusur sayılacağı sorusu, en doğru şekilde içtihatlarla yanıtlanabilir. Ancak yeniden belirtmekte fayda vardır ki unutulmaması gereken ki her olay kendi iç dinamiklerine sahiptir ve somut olayın özelliklerine göre değerlendirme yapılmalıdır. Bu nedenle, bir içtihatta kusur olarak kabul edilen bir davranış, başka bir olayda kusur sayılmayabilir.

 

İçtihatların bağlayıcılığı, somut olayın özel koşullarıyla harmanlanarak kullanılmalıdır. 

Örneğin savunma içgüdüsüyle yapılan eylemler, hukuki açıdan tartışmalı bir alan yaratır. Son dönemde Yargıtay’ın bir kararında, fiziksel saldırıya karşı savunma amaçlı yapılan bir eylemin kusur olarak değerlendirilemeyeceği açıkça vurgulanmıştır. Peki, savunma içgüdüsünün sınırları nedir? Bu durum her olayda aynı şekilde mi ele alınır?

 

Davanın Özeti

 

Söz konusu boşanma davasına yansıyan olayda, erkek eşin başka bir kadınla yaşadığı sadakat ihlali ve bu duruma tepki gösteren kadının savunma içgüdüsüyle gerçekleştirdiği tırnakla yaralama eylemi tartışma konusu olmuştur. Yargıtay, erkeğin fiziksel şiddet içeren saldırısıyla başlayan olayda, kadının yalnızca kendini koruma amacıyla hareket ettiğine hükmetmiş ve bu davranışı kusur olarak değerlendirmemiştir. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2024/ 244 Karar)

 

Bu karar, savunma içgüdüsüyle yapılan eylemlerin kusur kavramı çerçevesinde nasıl ele alınması gerektiğine dair önemli bir emsal teşkil etmektedir. Mahkeme, kadının eylemini değerlendirirken yalnızca olayın fiziksel sonuçlarına değil, aynı zamanda bu eylemi doğuran nedenlere de odaklanmıştır. Özellikle, erkeğin önceki davranışları ve kadının tepkisinin yalnızca kendini koruma amaçlı olduğu dikkate alınarak, adalet prensiplerine uygun bir sonuca varılmıştır.

 

Bu tür kararlar, yalnızca hukuki anlamda değil, aynı zamanda toplumsal algı açısından da önem taşımaktadır. Kadının savunma içgüdüsüyle gerçekleştirdiği bir davranışın kusur olarak değerlendirilmemesi, şiddet mağduru bireylerin hukuki süreçlerde korunmasına yönelik bir güvence sunmaktadır. Ayrıca, savunma eylemlerinin bağlamdan bağımsız olarak genelleştirilmesinin önüne geçerek, her olayın kendi dinamikleri içinde ele alınmasının gerekliliğini vurgulamaktadır.

Bu karar, hem içtihatlar açısından hem de toplumsal cinsiyet eşitliği bağlamında önemli dersler içermektedir. Savunma içgüdüsüyle yapılan eylemlerin sınırlarını tartışmaya açarken, hukukun temel prensibi olan adalet ve hakkaniyet ilkelerine uygun değerlendirmelerin yapılmasının önemini bir kez daha ortaya koymaktadır

 

 

Savunma İçgüdüsü Nedir?

 

Savunma içgüdüsü, bireyin karşı karşıya kaldığı fiziksel veya psikolojik bir tehdit karşısında kendisini koruma amacıyla yaptığı refleksif veya planlı eylemleri ifade eder. Bu içgüdü, insanın temel hayatta kalma mekanizmalarından biridir ve günlük yaşamdan karmaşık hukuki durumlara kadar birçok bağlamda kendini gösterebilir. Hukuki çerçevede ise, savunma içgüdüsüyle yapılan eylemlerin hukuka uygun olup olmadığını değerlendirmek için belirli kriterl

Hukuki anlamda savunma içgüdüsünün değerlendirilmesinde aşağıdaki unsurlar önem taşır:


  • Tehdidin Mevcudiyeti: Savunma içgüdüsünü tetikleyen bir tehdit olmalıdır. Bu tehdit, bireyin fiziksel bütünlüğünü, psikolojik dengesini veya yaşamını riske atan somut bir durumdan kaynaklanmalıdır. Örneğin, fiziksel şiddet, saldırı tehdidi veya ciddi bir hakarete maruz kalmak gibi olaylar tehdit olarak kabul edilebilir.
  • Orantılılık İlkesi: Yapılan savunma eylemi, tehdidin niteliği ve yoğunluğuyla orantılı olmalıdır. Hukuki açıdan orantılılık ilkesi, bireyin tehdit karşısında yalnızca kendisini koruma amacıyla hareket etmesini ifade eder. Örneğin, küçük bir fiziksel tehdide aşırı güç kullanılarak karşılık verilmesi, bu ilkeye aykırı olabilir.
  • Zorunluluk Durumu: Savunma içgüdüsüne dayalı eylem, başka bir şekilde tehdidi bertaraf etme imkânı olmadığında gerçekleştirilmelidir. Hukuk sistemi, bireyin tehdit altında başka bir seçeneği kalmadığında yaptığı savunmayı daha anlayışla karşılamaktadır.
  • Ani ve Refleksif Eylem: Savunma içgüdüsüyle yapılan davranışlar genellikle ani ve refleksif niteliktedir. Hukuk, bu tür davranışları değerlendirirken bireyin içinde bulunduğu psikolojik durumu ve olayın meydana geldiği şartları dikkate alır.

 

Savunma içgüdüsünün hukuki boyutu, bireyin kendini koruma hakkıyla başkalarının haklarını koruma arasındaki hassas dengeyi sağlamaya çalışır. Bu çerçevede mahkemeler, her somut olayda savunma içgüdüsünün sınırlarını özenle inceleyerek karar verir.

 

Savunma içgüdüsünün bu unsurlar çerçevesinde değerlendirilmesi, hukuki süreçlerde tarafların haklarının korunması açısından kritik bir rol oynar. Örneğin, fiziksel bir saldırıya karşılık verilen tepkinin orantılı ve tehdit altındaki bireyin meşru müdafaa hakkı kapsamında olması durumunda, bu davranış hukuka aykırı sayılmayabilir. Bu nedenle, her olayın kendi koşulları dikkate alınarak adaletin sağlanması esastır.

 

Savunma İçgüdüsünün Sınırları

 

Her savunma eylemi hukuki açıdan makul görülmez. Örneğin:

  1. Orantısız Güç Kullanımı: Tehdit seviyesinden çok daha büyük bir güçle karşılık verilmesi, savunma sınırlarını aşar. Örneğin, küçük bir fiziksel itmeye karşı ölümcül bir saldırıda bulunmak.
  2. Öfke veya İntikam: Savunma amacı taşıdığı iddia edilen ancak tehdit sona erdikten sonra yapılan bir eylem, artık savunma değil, intikam veya saldırganlık olarak değerlendirilir.
  3. Devam Eden Bir Tehlike Olmaması: Tehlike sona erdiği halde savunmaya devam edilmesi, kusur olarak yorumlanabilir.

 

Savunma ile Saldırı Arasındaki Çizgi


Hukuki açıdan savunma ve saldırı arasındaki ince çizginin belirlenmesi, adaletin sağlanması ve hakların korunması açısından büyük bir önem taşır. Bu iki kavram, özellikle boşanma davaları ve şiddet içeren olaylar gibi hassas süreçlerde, tarafların eylemlerinin doğru bir şekilde değerlendirilebilmesi için titizlikle ele alınmalıdır.

Savunma ve saldırının ayrımını netleştirmek için şu örnekler, hukuki süreçlerde yol gösterici niteliktedir:

 

  • Savunma Örneği: Tehdit altındaki bir eşin, kendisine fiziksel şiddet uygulayan diğer eşe karşı yalnızca kendini koruma amacıyla ve tehdittin niteliğiyle orantılı bir şekilde tepki göstermesi. Örneğin, fiziksel bir saldırıyı durdurmak amacıyla uygulanan kuvvet, savunma kapsamında değerlendirilir.
  • Saldırı Örneği: Tehdit ortadan kalktıktan sonra öfke veya intikam duygusuyla gerçekleştirilen eylemler, savunma niteliğini kaybeder ve saldırı olarak değerlendirilir. Örneğin, fiziksel saldırıya uğrayan bir kişinin saldırganı tehdit sona erdikten sonra cezalandırma amacıyla fiziksel şiddet uygulaması, savunma değil saldırıdır.

 

Bu ayrımı yapmak, hukuki süreçlerde doğru bir sonuca ulaşılması için hayati önemdedir. Mahkemeler, savunma eylemlerini değerlendirirken şu unsurları dikkate alır:

 

  • Tehdit Devam Ediyor mu?: Eylemin gerçekleştiği anda tehdit halen mevcutsa, savunma olarak kabul edilme ihtimali yüksektir.
  • Eylemin Amacı Nedir?: Eylemin temel amacı, tehdidi bertaraf etmek mi, yoksa karşı tarafa zarar vermek mi?
  • Orantılılık İlkesi: Savunma eylemi, tehdidin büyüklüğüyle uyumlu bir şekilde gerçekleştirilmiş olmalıdır.

 

Bu ayrımın doğru şekilde yapılması, hukukun hakkaniyet ilkesine uygun kararlar alınmasını sağlar. Aynı zamanda, bireylerin savunma haklarının korunmasına olanak tanırken, saldırgan davranışların hukuki yaptırımlarla karşılanmasını temin eder.


 




Yargıtay Kararının Değerlendirilmesi

 

Yargıtay, bu kararında savunma içgüdüsüyle hareket eden kadının eylemini olayın tüm bağlamıyla değerlendirerek hukuki açıdan önemli bir emsal oluşturmuştur. Bu karar, yalnızca olayın somut gelişimine ışık tutmakla kalmamakta, aynı zamanda savunma içgüdüsüne dayalı eylemlerin hukuk sistemi içerisindeki yerini de belirginleştirmektedir.

Kararın dikkat çeken noktaları şunlardır:

 

  • İlk Saldırının Kaynağı: Karar, olayın başlangıcını detaylı bir şekilde ele almış ve ilk saldırının erkek eş tarafından yapıldığını tespit etmiştir. Bu saldırının fiziksel şiddet içerdiği sabit görülmüş ve olayın devamındaki gelişmeler bu çerçevede değerlendirilmiştir.
  • Kadının Eyleminin Niteliği: Kadının gerçekleştirdiği eylemin yalnızca kendini koruma amacı taşıdığı ve saldırıyı bertaraf etmeye yönelik olduğu belirlenmiştir. Bu durum, savunma içgüdüsünün temel unsurlarından biri olan "orantılılık" ilkesinin karşılandığını göstermektedir.
  • Savunma Eyleminin Kusur Sayılmaması: Yargıtay, kadının bu savunma davranışını kusur olarak değerlendirmemiştir. Bu karar, savunma içgüdüsüyle gerçekleştirilen eylemlerin bağlamdan bağımsız bir şekilde değerlendirilmesinin önüne geçmekte ve her olayın kendi koşulları içinde ele alınması gerektiğini vurgulamaktadır.

 

Yargıtay’ın bu yaklaşımı, hukuk sisteminde savunma içgüdüsüyle yapılan eylemlerin ele alınış biçimine dair kritik bir paradigma sunmaktadır. Karar, yalnızca bir boşanma davasında kusurun belirlenmesi sürecini değil, aynı zamanda bireylerin şiddet veya tehdit altında savunma hakkının nasıl korunması gerektiğini de açıklığa kavuşturmaktadır.

 

Bu emsal niteliğindeki karar, savunma içgüdüsüyle yapılan eylemlerin hukuk açısından bağlam içinde değerlendirileceğini göstermesi bakımından önemlidir. Ayrıca, kararın altını çizdiği bir diğer nokta, savunma davranışının her zaman olayın örgüsüyle uyumlu bir şekilde ele alınması gerektiğidir. Bu durum, bireylerin adalet beklentisine daha güçlü bir zemin oluştururken, aynı zamanda hukukun hakkaniyet ilkelerini de pekiştirmektedir.

 

 

Sonuç ve Tavsiyeler

 

Savunma içgüdüsüyle yapılan eylemler, özellikle aile içi şiddet davaları gibi hassas konularda hukuki sistemin titizlikle ele alması gereken bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu tür durumlarda, savunma ile saldırı arasındaki çizginin net bir şekilde belirlenmesi, adil bir sonuca ulaşılabilmesi için hayati önem taşır.

 

Yargıtay’ın savunma içgüdüsüyle ilgili son içtihadı, aile içi şiddet davalarında savunma sınırları içinde kalan eylemlerin haksız yere kusur olarak değerlendirilmesinin önüne geçmekte, mağdur bireylerin haklarını korumaya yönelik önemli bir adım sunmaktadır. Bu yaklaşım, özellikle şiddet mağduru bireylerin hukuki süreçlerde yalnız bırakılmamasını ve haklarının doğru bir şekilde savunulmasını sağlamaktadır.

 

Ancak, savunma sınırlarının aşılması durumunda, ilgili bireyin hukuki ve cezai sorumluluklarla karşılaşabileceği de göz ardı edilmemelidir. Mahkemeler, bu tür durumlarda tehdit seviyesini, eylemin amacını ve orantılılığını değerlendirerek adalet ilkelerine uygun bir karar verir. Dolayısıyla, savunma eylemlerinin hukuka uygunluğu, somut olayın tüm detaylarının dikkatle incelenmesini gerektirir.

 

Tavsiyeler:

 

  • Aile içi şiddet veya benzer durumlarla karşılaşan bireylerin, haklarını koruyabilmeleri için mutlaka hukuki destek alması önerilir.

 

  • Süreçlerin avukat eşliğinde yürütülmesi, mağduriyetin önlenmesi ve adil bir sonuca ulaşılması ve içtihatların doğru değerlendirilmesi açısından kritik öneme sahiptir.

 

  • Bireylerin, savunma eylemleri sırasında haklarını aşmaktan kaçınmaları ve tehdit altındayken durumun belgelenmesi (örneğin, görgü tanıkları veya fiziki deliller yoluyla) hukuki süreçte güçlü bir savunma sunmalarına katkı sağlar.

 

Bu gibi hassas durumlar, bireylerin yalnızca kendilerini koruma hakkını değil, aynı zamanda hukuki süreçlerde etkin bir şekilde temsil edilmelerini de gündeme getirir. Savunma eylemlerinin hukuki çerçevede korunabilmesi, adaletin doğru işlemesi açısından kritik bir unsurdur.


Yorumlar (0)

Henüz yorum yapılmamış, ilk yorumu siz yazın.

Yorum Yaz